Beğen 1

ŞEYHÜLİSLAM YAHYA BİYOGRAFİSİ

seyh-yahyaDivan edebiyatımızın zirveye ulaşmasında büyük katkıları olan Yahya Efendi 1552 yılında İstanbul’da doğdu. Ankaralı Bayramzâde Zekeriya Efendi’nin oğludur. Şeyhülislâm Yahyâ gibi babası Zekeriya Efendi de şeyhülislamlıkta bulunmuştur. Yahyâ, Zekeriya Efendi’nin büyük oğludur.

Yahyâ Efendi, bir müddet babasından daha sonra da devrin âlimlerinden Abdülcebbarzâde Derviş Mehmet Efendi’den ders almıştır. Yahyâ Efendi, eğitimini tamamladıktan sonra 1580 yılında İlmiye mesleğine girdi. 1586 yılında babası Zekeriya Efendi ile Hacca gitti. Geldikten sonra, sırasıyla 1587 (995) ‘de Atik Ali Paşa, 1590 (1002) ‘da Şehzâde ve Üsküdar Valide medreselerine müderris olmuştur (1003). Sonra kadılık mesleğine geçmiştir. Daha sonra 1592’den 1596 yılına kadar da Halep, Şam. Mısır, Bursa ve Edirne kadılıklarında bulundu.1604’te İstanbul kadılığına tayin edildi ve 1605’te azledildi ise de aynı yıl içinde Anadolu, sonra da Rumeli kadılığında bulundu. Bu vazifede iken Sadrazam Derviş Paşa’nın haksız yere bir adamı idam ettirdiğini öğrenerek Paşa’dan sebebini sorması, onun da “O senden sorulmaz “ cevabını vermesi üzerine Yahyâ Efendi divandan ayrılmıştır. Divanı niçin terk ettiğini soran Sultan 1. Ahmet’e “Padişah, kazaskerleri, davayı dinlemek, haklıyı tutmak, mazlumları korumak için tayin eder. Şeriatı gerektirecek bir durum yokken bugün bir adam katlolundu. Artık benim için kadılık yapmağa imkân kalmadığından divanı terke mecbur oldum.” Cevabını vermiştir. Derviş Paşa, istenmeyen adam olduğu için bu hareketi ölümünü çabuklaştırmış ve o gün katledilmiştir (1606-1014). Padişah da Yahya Efendi’ye büyük teveccüh göstererek gönlünü almıştır. 1609 (1018) ‘da ikinci defa Rumeli Kadılığı’na tayin edilmiş, bir yıl sonra da ayrılmıştır. Mihaliç ve Kirmasti kazaları arpalık olarak verilmiştir. 1617 (1026) ‘de emekliye ayrılmıştır.

İki yıl sonra şeyhü1islâm oldu. Fakat bu arada bir gün Kemankeş Ali Paşa’ya rüşvet almaması için üstü kapalı nasihat etmiş, buna gücenen Ali Paşa da IV. Murat’ın yanında bulunduğu bir sırada Yahyâ Efendi aleyhinde bazı sözler söylemiş, buna kızan padişah, Yahyâ Efendi’yi 1623 yılında azletmiştir. Ali Paşa, Yahyâ Efendi’ye o derece içlenmiştir ki onun azlini kâfi görmemiş, İstanbul’dan uzaklaştırılmasını da kararlaştırmıştır. Fakat çok geçmeden Ali Paşa’nın Yahyâ Efendi ve diğer bazı paşalar hakkında padişaha söylediklerinin birer iftira olduğu anlaşılınca hayatına mal olmuş ve IV. Murat tarafından verilen emir üzerine idam edilmiştir. 1625 yılında şeyhülislâm bulunan Esat Efendi ölünce yerine Yahyâ Efendi getirilmiştir.

Yahyâ Efendi’nin geçirdiği tehlikeler bu kadarla da kalmadı. Yine bazı hâdiseler oldu: 1632 ‘de sipahiler Yahya Efendi’yi ve devrin diğer bir takım nüfuslu şahsiyetlerini öldürmek istiyorlardır. Bunu haber alan Yahyâ Efendi saklandı ise de nihayet isyanın durdurulması için şeyhülislâmlıktan ayrılması icabetti. Bundan sonra iki yıl kadar hiçbir işe karışmadan çiftliğinde oturdu ve 1634 yılında üçüncü defa şeyhülislâm oldu. Bu defa Revan ve Bağdat seferlerine de iştirak etti. 0, IV. Murat’ın olduğu gibi, onun ölümünden sonra Sultan İbrahim’in de teveccühünü kazanmıştır.

Bağdat’ın fethinden sonra padişah, İmam-ı Âzam ile Abdulkadir Geylanî’nin mezarlarının tamir işini Yahyâ Efendi’nin nezaretine bırakmış ve o da gururla bunu yaptırmış ve türbeleri kıymetli eşyalarla süsletmiştir. Bunun için de şu tarihi kıtasını yazmıştır:

Mu’ammer ede Hak Sultân Murâdı

İmam-ı Âzamı çün etdi ta’zîm

Gümüşden yapdı bâbın türbesinin

Edip ol hazrete iclâl ü terkîm

Dedi Yahyâ bu kâr-ı hayra târîh

Kapusunu mezârın etdi hep sîm 1048 (1638)

Fakat Cinci Hoca denilen Hoca Hüseyin Efendi o sırada Sultan İbrahim’in yakınları ve çok itimad ettikleri arasında bulunuyor, Sultan İbrahim âciz ve şuuru bozuk bir padişah olduğundan, hemen bütün onun sözüyle hareket ediyordur. Yahyâ Efendi, hiçbir değeri olmayan bu hocaya padişah tarafından kıymet verilmesini uygun bulmuyordur. Bunu sezen Cinci Hoca, Yahyâ Efendi’ye gücenmiş ve Sultan İbrahim’e onu çekiştirmeye başlamıştır. Daha bazı hadiseler de araya karışmıştır. Sultan İbrahim artık Yahyâ Efendi’yi eskisi gibi sevmiyor, hatta hakaret bile ediyordur.

Yahyâ Efendi, gördüğü ağır muamelelere çok üzülür, nihayet tahammül edemez, hastalanır ve 1644 yılında (1053 zilhicce 18. Pazar gecesi) İstanbul’da ölür. Mezarı Çarşamba’da Kovacıdede mezarlığında babasının yanındadır. Mezar taşında şu yazı vardır: “Sabıkan üç defa şeyhülislâm olup sadrı fetvada iken vefat eden merhum ve mağfurünleh Yahyâ Efendi ruhiçün Elfatiha; sene 1053.” Mezar taşı sonradan kırılmıştır.

1. 1. Şahsiyeti:

Edebiyat tarihi için zengin birer kaynak olan tezkirelerin verdiği bilgilere göre Yahyâ Efendi, güler yüzlü, lâtifeci, hoş sohbet, zeki, âlim, dindar, cömert, âdil, merhametli ve doğru bildiği yoldan ayrılmayan bir insandır. Kâtip Çelebi’nin ve Naîmâ’nın ifadelerine göre Ebussut Efendi’den sonra gelen şeyhülislâmların en büyüğüdür. Uzun tecrübelere sahip olması sebebiyle siyaset sahasına da girmeyi başarmış, siyasî ve idarî işlerde danışman olmuştur. Bağdat Fethi’nde Sultan IV. Murat’ın Yahyâ Efendi’yi yanından eksik etmemesinin bir sebebi de onun siyasi dehasından istifade etmek istemesidir. Ahlâkî dürüstlüğü, ileri görüşlülüğü, ilmi ve nezaketi ile muhitin itibarını ve sevgisini kazanmış, ölünceye kadar da bunu muhafaza etmiştir.

Başından geçen birçok tehlikeli olayların sonunda bazı insanların ölümüne bizzat kendisinin sebep olduğu görünür gibi ise de yanlıştır. Çünkü Yahyâ Efendi hiçbir zaman insanların katledilmesine rıza göstermemiştir. Sultan IV. Murat, Konya’da bulunduğu sırada, dervişlerin yiyecek ve içeceğini kesmek ve mal biriktirmekle suçlanan Mevlânâ dergâhı postişin Ebubekir Efendi’nin katlini emrettiği halde Yahyâ Efendi buna mâni olmuştur. Divanı terk etme olayı da ayrı bir örnektir. Fakat, milletin dert ve sefaletine sebep olanlara nasihat etmekten ve doğru yolu göstermekten de geri durmamıştır. Sözünü dinletemediği Kemankeş Ali Paşa ile Kara Mustafa Paşa, bunun cezasını canlarıyla ödemişlerdi.

Şeyhü1islâmlık makamının beş asırlık tarihi içinde gelen 131 şeyhülislâm arasında Yahyâ Efendi’nin ayrı bir yeri vardır. Meşihat tarihinde Ebussud (28 yıl 11 ay), Molla Fahrüddîni Acemî (24 yıl) ve Zembilli Ali Efendi (23 yıl)’den sonra en uzun meşihat devri 18 yıl 2 ay 24 günle Yahyâ Efendi’dedir.

131 şeyhülislâm arasında edebiyat ve şiirle uğraşan birçok (21) şeyhülislâma rağmen divân sahibi olabilecek kadar meşgul olabileni azdır. Bunlar Fenerizâde Muhyiddin Efendi’dir.

1. 2. Edebî Kişiliği:

Şeyhülislâm Yahyâ Efendi, Kanunî devrinden itibaren II. Selim, IlI. Murat, III. Mehmet, 1. Ahmed, 1. Mustafa, II. Osman, IV. Murat ve I.İbrahim gibi sekiz padişahın devrini görmüş ve IV. Murat’ın en parlak devrinde şiiriyle gönülleri fethetmiş bir şairdir. Yalnız 17. yüzyılın değil yedi asırlık divan edebiyatının en büyük gazel ustaları arasında sayılır. 18. yüzyılın meşhur şairi Nedim, Yahyâ Efendi’nin bu kudretini;

“Nef’i vâdi-i kasâidde suhan – perdâzdır

Olmaz ammâ gazelde Bâkî vü Yahyâ gibi”

beyitiyle belirtmiştir.

15. asırda Necati ile başlayan şehirli Türkçesi, 16. asırda Bâkî, 17.asırda Yahyâ Efendi ve 18. asırda Nedim’de en mükemmel şeklini bulmuştur. Birkaç gazeli müstesna Yahyâ Efendi’nin şiirlerinde bu şehirli dili, diğer isimle İstanbul Türkçesi bazen konuşma gibi tabiî bir şekil alır.

“Erdi bahâr sen dahi şâd olmadın gönül

Güllerle lâlelerle küşâd olmadın gönül”

beyiti ve devamı böyledir.

Kelime ve söz sanatlarına pek rağbet etmeyen şairin sanatı samimiyetidir. Bunu göz önünde tutarsak yaşadığı devirde herkesin örnek aldığı Hint ve İran şairlerini taklit etmemesinin de nedenini anlamış oluruz. Şair, duygu ve düşüncelerini daha yeni fikir ve hayallerle ifade etmeye çalışmıştır. Onun için dili saf, hayli zengin ve zariftir.

Bâkî’nin yolundan giden Yahyâ Efendi’nin bazı şiirlerinde Bâkî’den gelme plastik üslûbun izleri görülür. Yahyâ Efendi için aslında eski devirle yeni devir arasında köprü konumundadır desek pek de yanılmış olmayız. İngiliz Türkolog’u Elias John Wilkinson Gibb’in de zikrettiği gibi Bâkî, Yahyâ, Nedim bu üç değerli sima Klasik şiirde olgunlaşma zincirini muhafaza etmişlerdir.

Zamanının çoğunu IV. Murat’la geçiren Yahyâ Efendi, sultanla şiirler söyleşmiş, şiirlerine nazireler yapmıştır. Bu dostluktan dolayı IV. Murat şaire “Baba” demiş. Elini öpmüş. Onu mukbil-i münferid payesine yükseltmiştir.

Nüktedan bir şair olan Yahyâ Efendi, hem Nef’î’nin büyüklüğünü hem de ona bir dokunduruvermek için şu kıtayı söylemiştir:

“Şimdi hayl-i suhanverân içre

Nef’i mânendi var mı bir şâir

Sözleri Seb’a-yı Muallakadır

İmrül-Kays kendidir kâfir.”

Bunu duyan Nef’î, Yahyâ Efendi’ye şu cevabı vermiştir:

“Bana kâfir demiş Müftü Efendi

Tutalım ben diyem ana müsleman

Varıldıkta yarın rûz-i cezaya

İkimiz de çıkarız anda yalan.”

Bununla beraber, Nef’î’nin Yahyâ Efendiye hürmeti çoktur. Hatta onun hakkında:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz